1 Kasım 2014 Cumartesi

FELSEFENİN İHTİŞAMINDA TUTUNAMAYANLARA DAİR BEYANIDIR

FELSEFENİN İHTİŞAMINDA TUTUNAMAYANLARA DAİR BEYANIDIR

FELSEFENİN İHTİŞAMINDA TUTUNAMAYANLARA DAİR BEYANIDIR
                                                                     
hoca yesevi (400 x 294)Giriş Niyetine: Evrak-ı Metrûke’den Tozlu Kelimeler 
Bu karalamanın bir hikâyesi var… Ramazandan evvel girdiği uzun süreli komanın ardından ellerimizle toprağa verdiğimiz can dostumuzun vasiyetini yerine getirmek için bu karalamayı dosyadan çıkardık… Bu karalama uzun bir karalamadır. Bazı bölümlerini “şimdilik” kaydıyla yayınlamamayı uygun gördük. Çünkü can dostumuzun isteği bu yöndeydi. Bu karalama can dostumuzla birlikte yıllar önce Ankara’da bir sohbet esnasında başlayıp, daha sonra İstanbul’da devam eden ve Türkistan şehrinde Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin dizinin dibinde biten ve sonra dosyaya konulan bir karalamadır…
Politik söylemlerin jeopolitik düzlem içinde eriyip nevrotik kelimelerle söylem üretmenin moda olduğu günümüz dünyasında evrak-ı metrûkemizin tozlu sayfalarında gezinti yaparken bulduğumuz üç beş kelime kırıntısı ile karalamamıza başlayalım dedik. Vira Bismillah…

Golgota Tepesi’nde Tutunamayanların Çilesi

Golgota tepesine yağmur yağıyordu. Kelimelerimizin gölgesine toprak kokusunu hisseden gönüller toplanıyordu. Hz. İsa’nın kanı daha kurumamıştı Golgota tepesinde ve çarmıhta fısıltının ıslığı duyuluyordu. Kelimelerimize saldıranlar kan revan içinde bıraksa da bizi yine de kan revan içinde kalmış kelimelerimizden beyinlere neşter atmaya devam ediyorduk. Tutunamayanların kaderi yalnızlıktır. Tutunamayanların kaderi anlaşılamamaktır… Yalnızlık kaderimiz Ebu Zer’dir pirimiz…
Tur dağından, Golgota tepesinden veya Hira dağından insanlara bakmak ömürde fırtına çıkartmaya eşdeğerdir. Çünkü o insanlar ki ömürlerini bağlaçlara bağlayıp suyun kaldırma kuvvetinden medet uman yığınlardır. Üstad Cemil Meriç’in dediği gibi:”Yığın kadındır. Irzını teslim edecek bir zorba arar. Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü”. Bu yığınlar güruhuna baktıkça kelimeler kalemin ucunda bir devrim ateşinin kıvılcımını çakıyorken satırlara gül kokan kelimelerimizin atılan taşlardan, iftiralardan, çamurlardan ve ‘dost’ denilenlerin attıkları güllerden dolayı kan revan içinde kalması gayet normaldir. Çünkü onlar mağaradakilerdir. Onlar için statüko daha mühimdir. Mağara duvarında gördükleri gölgeleri onlar için geleceklerinin tek garantisidir. Gelecek diye mırıldandıkları bataklık kalıntısı geçmişlerine dokunulduğunda sizleri “öteki” ilan ederler. Varsın “öteki” ilan etsinler bizi. Schiller’in dediği gibi “11 günahtır, 10 emri ihlal eder”. Biz 10 emri ihlal etmedik onlar ihlal etti… Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi: “Biz inkâr eder, inkârı severiz; Bayram hediyenizi iade ederiz/Biz mahcup ve onurlu çocuklarız/Başımızı kaldırıp bir bakmayız/Biz inkâr eder, şah inkârlar severiz”

Feminizmin Proleterleşmesinden Satırlar
Golgota tepesine yağmur yağıyorken nevrotik kelimeler Marksizm ile Üniteryenizm arasında Anabaptist cümleler mırıldanıyordu. Başkalarının günahlarıyla aziz olmaya çalışanlar Gogol’u görmezlikten gelerek caddelerde, sokaklarda meçhul bir yere doğru akıp gidiyorlardı gece gündüz. Ozon tabakası ile ev temizliği yapan kadınlar feminizmin proleter artık değerinde Asya tipi üretim tarzının oyuncusu olarak yerlerini alıyorlardı satır başlarında.
Politik söylemler jeostratejik söylemlere dönüşüyordu gazetelerde, televizyonlarda. Bilinçlere ve bilinçaltlarına yapılan bu saldırılar ruhları çölleştirirken Hira dağından kelimeler yağıyordu gül kokulu aşk hummalı… Ve Golgota tepesinde yağmur Hz. İsa’nın kanından tarihe derkenar düşüyordu.
Satır başı cümlelerin sonunu bağlamaya çalışan yazarlar gazete köşelerinde ironik bir sırıtma ile satır sonu oluverirler. Giriş, gelişme ve sonuç felsefesine aykırı cümleler kurmak felsefesizliğimizin bir göstergesi midir bilinmez ama vurgulu harflerin satır aralarında bir şeyler anlatmak istediği aşikârdır…

Sonuç Yerine: Habis Derkenarların Anaforunda Kırık Kalem
Tümevarımcı yahut tümdengelimci mantık ile tarihin ve sosyolojinin koridorlarında felsefenin ihtişamını aramak biz kötü çocukların tutunamayanlar olarak ilan edilmemize sebep olmuştur. Özümüzle bile ironi yapacak kadar özgüvenimiz olduğu için kalemimizin satır aralarında kaybolan yığınların değeri olmadıklarını bir kere daha ispatlar.
Travmatik gözlem üstadı olup her söylenen sözün altında bir anlam arayan şehla gözlüler ve onların eklektik şizofrenleri paranoyanın karanlık koridorlarında geze dursunlar biz gül kokan kelimelerimizle rahatsız etmeye ve beyinlere neşter atmaya devam edeceğiz. Travmatik gözlem üstadı yığınlara ise Üstad Sezai Karakoç’un şu satırları ile cevap veriyoruz sükûtumuzun gölgesinde: “Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, Hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Hâlbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar, Tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar Tanrı’nın gazabından kurtulamayacaklar.” Anlam kaymasına uğramış şehla satırları arasında çığlıklar atıp zihinlerinin çölleştiğinin farkında olmayanlar bizim sayfalarımızda devrik cümle kıvamında toplumun alt kültüründe lümpen bir bağlaç olarak yerleri travmatik bağlantısızlıktır.
Evet, bizler kötü çocuklarız. Ama biz ne başkalarının günahlarıyla aziz olmaya çalışırız ne de hak ehli olduğunu düşünen günahkârlardanız. Biz karalamalarımızın sayfalarında tutunamadığımızı beyan ederiz… Biz yalnız kurduz. Biz vatana olan aşkını itiraf edemeyip yüreğinde saklayan bir neslin evlâtlarıyız… Biz düşmanların taşından, iftirasından, çamurundan, ‘dost’ denilenlerin gülünden kandan elbiseler giyen bir neslin evlâtlarıyız… Biz Yusuf’uz gömleğimiz arkadan yırtılır… Onun için ceketimizi giyeriz ve gideriz. Bu arada ceketimizi yakında astarla kaplatacağız…  Fakat şu hakikati unutmayın: “Kurt soru sormaz, parçalar.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder